Cumhurbaşkanı Erdoğan’a uçakta soru soran gazeteciler, çoğu zaman asıl mesleklerini unutuyorlar. Mısır gezisi dönüşünde de gazetecilerden biri, Erdoğan’a soru sorarken gazeteciliği bırakmış, yargıç rolüne soyunmuştu:

“FETÖ'yle irtibatlı olduğu gerekçesiyle 450 hâkim ve savcı ihraç edilmişti. Danıştay 5. Dairesi bu 450 hâkim ve savcıyı göreve iade etti. Bu skandala HSK'nın bir itirazı vardı. Bu konuda düşüncelerinizi ve tavrınızı merak ediyoruz.”

Gazeteciydi ama kendisini Danıştay’ın üzerinde görüyordu. Sorusu da soru değildi, Erdoğan’a Danıştay’a laf etmesi için çanak tutuyordu. O da “Danıştay'ın aldığı bu karara da sessiz kalmamız mümkün değil” dedi. Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nden sonra -hoşuna gitmeyen- Danıştay kararlarını da tanımayacağını ilan etmiş oldu.

Gazetecilik, her koşulda, her zaman hukuku, adaleti savunmalı. Ama uçaktaki gazeteciler, Erdoğan’ın kendisini AYM ve Danıştay’ın üzerinde görmesine ses etmediler. Dahası Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra iktidar medyasında çıkan haber ve yazılarda Danıştay suçlandı sürekli olarak. Hem de Danıştay, bir anda 450 yargıç ve savcıyı göreve iade etmiş gibi aktarıldı. Hatta göreve iade kararlarını savunmak da “FETÖ’cüleri savunmak” ile eşdeğer tutuldu.

Halbuki Danıştay 5. Dairesi, KHK ile ihraç edilen yargıç ve savcılarla ilgili kararları 7 yıldır inceliyor. O günden beri de -İsmail Saymaz’ın yazısında aktardığına göre- KHK ile ihraç edilen 4600 yargıç ve savcıdan 4186’sının başvurusunu reddetmiş, sadece 414’ünün göreve iadesine karar vermiş; bunlardan 387’si görevine dönmüş.

Asıl üzerinde durulması gereken de KHK’ların yargı kararına dayanmaması. Hukuka uygun olan, insanların önce yargılanmaları, suçlu bulunurlarsa görevden alınmalarıydı. Ama idari karara dayanan KHK’lar, “önce cezalandırma sonra yargılama” gibi ucube bir sistemi getirdi.

Adaletin yerine gelmesi için hukuksal denetim elzemdi. Danıştay’ın, peşinen infaz edilen cezaları irdeledikçe içlerinde hukuka uygun olmayan, somut veriye dayanmayanları bulup ayıklaması doğal. Kaldı ki, iade edilenler atılanların yüzde 10’u bile değil.

Durum böyleyken kimi gazetecilerin adaletin tecelli etmesini desteklemek yerine Danıştay’ı hedef alması, mesleki ilkelerden ne denli uzağa düştüklerini gösteriyor. Gazeteci, önyargılarını bir tarafa bırakan, bir tek insanın bile hukuksuzluğa uğramasına tahammül edemeyen insandır.

Başbakanın eşi devlet uçağına binerse…

Türkiye’de de haber oldu. İsveç’te gündem Başbakan Ulf Kristersson’un, ABD ve Finlandiya gezilerine götürdüğü eşi Birgitta’nın masrafını devlete ödetmesiydi.

Bunu ortaya çıkaran da İsveç devlet televizyonu SVT. İsveç’te devlete ait uçaklara görevliler dışında binenler masrafını ödemek zorunda olduğu için STV’nin haberi büyük tartışma yaratmış. 16 bin kronluk (yaklaşık 47.6 bin TL) uçak ve otel masrafları Kristersson'un maaşından kesilmiş.

Türkiye’de bırakın TRT’nin böyle bir haber yapabilmesini, medyanın neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmi gezilerine aile üyelerini götürmesini görmüyor bile… Örneğin oğlu Bilal Erdoğan, son Mısır gezisine de katıldı; resmi heyette yer aldı. Fotoğraflarda da görünüyordu ama BirGün, Halk TV, Sol Haber dışında bir yerde haber olduğuna rastlamadım.

Zaten Erdoğan ailesinin yanı sıra Fatih Erbakan gibi davetliler de o uçaklarda geziyor. Kimse de o davetlilerin masrafının devlet bütçesinden ödenmesine karşı çıkmadığı gibi yaygın medya da sorgulanmıyor; devlet uçaklarında eş dost gezdirilmesi olağan görülüyor. Cumhurbaşkanlığı uçaklarının sayısı sorulduğunda bile “İhtiyacı kadar” gibi alaycı bir yanıt verilebiliyor.

Onunla da kalmıyor, Erdoğan bu seçim kampanyasında da devletin uçaklarını, araçlarını kullanıyor. Buna da medyada bir itiraz yok; artık haberleştirilmiyor bile...

Gazetecilik aykırı bakmak demektir; böyle bir yanlışı, sık tekrarlanıyor diye doğru kabul eden yerli olabilir ama ne gazeteci olabilir ne de milli...

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com