Devrimciler açısından 27 Mayıs neden ilerici, 12 Eylül neden gericidir? Yanıtı sınıf mücadelesindedir; süreçlerin hangi sınıfa ne verdiği ve ne aldığıyla ilgilidir.

27 Mayıs devriminin ilk icraatlarından biri, 31 Aralık 1960’ta çıkarılan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’dur. Bu kanunla “vergi tavana” yayılarak zenginlerden servet vergisi alınmaya başladı.

12 Eylül darbesinin en önemli icraatlarından biri ise 18 Nisan 1984’te 2995 sayılı kanunla 27 Mayıs’ın servet vergisi yasasını yürürlükten kaldırmak oldu. “Vergiyi tabana” yayma yoluyla emekçileri yoksullaştırdılar.

28 Şubat sürecinde yine halk yararına bir yasa çıktı: Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, 1998’de “nereden buldun yasası”nı hazırladı. 1999’dan itibaren uygulanacak olan bu yasa, koalisyondaki ANAP’lı, MHP’li sermaye temsilcilerinin varlığı nedeniyle seçim sonrasına bırakıldı.

3 Kasım 2002’deki seçimi AKP kazandı ve ilk uygulamalarından biri, 9 Ocak 2003’te 4783 sayılı kanunla Temizel’in hazırladığı yasayı yürürlükten kaldırmak oldu.

‘YEŞİL NEOLİBERAL’ PROGRAM

Bu üç yasa, aynı zamanda Türkiye’nin “çok kısa ekonomipolitik tarihinin” özetidir:

27 Mayıs sürecinde halktan yana tutumla, zengin vergiye mecbur edildi. 12 Eylül ve Özal ise tersini yapıp halka kemer sıktırdı, zengini kolladı. 28 Şubat ise bu ağır düzeni frenlemeye çalıştı, gücü yetmedi.

Ve en sonunda Türkiye 2000’lerde siyasal İslamcılığa teslim oldu: Erdoğan döneminde patronlar için greve karşı OHAL düzeni oluşturuldu, zenginlere sürekli vergi affı getirildi, burjuvaziye “vergiden kaçınma” fırsatı sağlandı, KKM başta çeşitli yollarla sermaye transferleri yapıldı ve “Nereden bulduğunun önemi yok” denilerek kaynağı belirsiz her paranın girişine ve faizi alıp gitmesine açık bir ekonomi modeli uygulandı.

Bu “yeşil neoliberal” program ile yeni zenginler oluşturuldu, eski büyük zenginler daha da zenginleştirilerek hallerinden memnun halde tutuldu, hatta yurtdışına sermaye kaçırmalarına göz yumuldu.

Elbette zenginlerin zenginleştiği bir düzende, yoksullar daha da yoksullaştı. Yoksul emekçilerin bir kısmını sendikasızlaştırarak, bir kısmını tarikat-cemaat düzenine mecbur ederek etkisizleştirdiler.

SINIFSAL TERCİH

Bu düzen epey bir süredir aslında sürdürülemez halde. “Tamir programına” sahip alternatifi olmadığı için iktidar, iktidarda kalmaya devam edebiliyor yıllardır. Düzencilerin düzeni sürdürülebilmesinin yolu ise yoksulu yoksullaştırmanın ötesine geçebilmelerine, yoksulu açlığa mahkûm edebilmelerine bağlı artık. İşte evinize sipariş getiren motokuryeye vereceğiniz bahşişten bile vergi almaya göz koymaları bundandır!

Bu bir sınıfsal tercihtir: Ya sermayesini Avrupa’ya kaçırıp Türkiye’de “milli takım” reklamlarıyla “millicilik oynayan” burjuvaziden, lafta “yerli ve milli” olup pratikte daha az maaş vereceği için yabancı emekçi çalıştırıp daha fazla artık-değer sömüren fabrikatörlerden, kamu kaynaklarını hortumlayanlardan, Cumhuriyetin kamu iktisadi teşekküllerini bedavaya alıp kârına kâr katanlardan, belediye-imar yoluyla ölçüsüz zenginleşenlerden, faiz rantıyla semirenlerden “gerçek vergi” alacaksınız, ya da üç kuruş bahşiş alan emekçiden...

Mehmet Şimşek’in TBMM’ye göndermeye hazırlandığı vergi paketi işte budur.

Seçimden birinci parti çıkıp erken seçim talep etmeyenlerin normalleşme aldatmacası üzerinden AKP’ye toparlanma fırsatı vermesinin ilk ağır faturalarından biri ne yazık ki budur. Ellerinde bir “tamir programı” olup olmadığı ise bir başka sorundur.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mehmet-ali-guller/servet-vergisi-yerine-bahsisten-vergi-duzeni-2219915?fbclid=IwZXh0bgNhZW0CMTEAAR266a-PWESC6Pknxd294mH088AINJFLb5Bf75ORjTaMLBMiS2woS95H7cw_aem_uRCA7HDHUBrKzDtogSA-wg