Bugünlerde siyasetin gündeminde halkın sefaleti ve yoksulluğu, her yanı saran gericileşme, okullara verilmeyen bütçeyi Diyanete aktaran yönetim, sokakları saran toplumsal düşmanlık değil, ana muhalefetin iktidarın yolsuzluklarının önüne atılma cevvalliği, Bahçeli ile el sıkışma yarışına giren CHP ve DEM Parti vekilleri var.

Ö. Özel’in genel başkanlığı ardından giriştiği ve ülke açısından ne anlamı olduğu hâlâ belirsiz “normalleşme” süreci ile 22 yıldır en zayıf olduğu dönemde AKP’ye uzatılan can simidi, siyaset alanını kaplıyor. Erdoğan ve küçük ortağına sonsuz saygı, rica-minnet siyaseti ile ülkenin gerçek sorunları gölgeleniyor. Şimdi bu anlayışa CHP dışındaki partilerin de katılarak yapılan anayasa çağrılarıyla, adeta Erdoğan’a “Gitme, sana muhtacım!” deniyor.

Düzen muhalefeti içerisinde tanık olduğumuz akıl tutulması yalnızca bugüne özgü değil. Bu hafta CHP’nin Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemlerinde Erdoğan’a uzattığı can simitlerini ve 1 yıldır ana muhalefetin liderliğini üstlenen Ö. Özel’in yandaş medya sayfalarında övgülere mazhar olan “muhalefet karnesini” okurlarımıza hatırlatıyoruz.

***

2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ: EKMELEDDİN VAKASI

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri bugünki tek adam rejimine giden süreçte kırılma anlarından birini ihtiva ediyordu. Cumhurbaşkanının genel seçimlerle halk tarafından seçilmesi yürütmenin de Defacto olarak tek adamın elinde tekelleşmesi anlamına geliyordu. O günlerde Başbakanlık koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan seçimlerde aynı zamanda iktidarın adayı olarak sahneye çıktı. Bunun karşısında CHP, MHP ile ittifak içerisinde başka bir siyasal İslamcı “İslam İşbirliği Örgütü” genel sekterliği yapmış Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi.

Daha bir yıl önce neoliberal siyasal İslamcı politikalara karşı 2013 haziranında toplumsal geniş kesimler değişim isteğini, özgürlük ve adalet iradesini güçlü bir şekilde ortaya koymuştu. Buna rağmen muhalefet geniş kesimlerin yönelimlerinin tam zıddı bir tercihte bulunarak, neoliberal İslamcı düzenin temel parametrelerini kabul eden ve onun içinde konumlanan bir tercihte bulunmuş oldu. Bugün de muhalefetin kazanma stratejisi olarak açığa çıkan sağcılıkla, sağcılık yarıştırma anlayışının tohumları o günlerde atılmış oldu. Bu anlayışa paralel seçim sürecinin başlarında Kemal Kılıçdaroğlu o günlerde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan AKP’li Abdullah Gül’ün yeniden aday olması halinde onu destekleyeceklerini de açıklamıştı. Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu için: “Demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından yana. Laik. Kadın-erkek eşitliğine inanan bir isim. Sosyal devletten yana. Hukuk devleti ilkelerine bağlıdır” diyordu. Bu ilkelere bağlı Ekmeleddin İhsanoğlu bir yıl sonra bu ilkelerin tam tersi bir siyasal yönelime sahip MHP’den milletvekili oldu.

Düzen içi muhalefetin AKP’den farklı yönelimleri olsa da neoliberal-İslamcı düzenin hegemonyasına tabi olmasının rejim değişikliğinin kapısının aralandığı öyle kritik bir evrede iktidarın toparlanarak sürmesine katkı sağladı. Diğer nedenlerin yanı sıra, muhalefetin bu katkısı, Haziran ayaklanması sonrası toplumsal meşruiyetini kaybetmiş, kendi içinde iktidar ortağı Gülen ile çelişkileri derinleşmiş, kendini iktidara taşıyan emperyalizmin değişen bölge politikalarına paralel misyonu büyük oranda zayıflamış bir konjonktürde Erdoğan’ın yüzde 51,79 ile Cumhurbaşkanı seçilmesine vesile oldu.

***

7 HAZİRAN: BAYKAL DEVREDE

7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesiyle birlikte AKP tek başına iktidar olma şansını kaybetmişti. Seçimler sonrası Tayip Erdoğan günlerce sarayından dışarı çıkmayarak sessizliğini korudu. CHP bu süreçte AKP ile uzun koalisyon görüşmeleri sürdürerek geniş toplum kesimlerinin nezdinde meşruiyetini büyük ölçüde kaybeden AKP’nin yeniden ülkenin hegemonik siyasal gücü haline gelmesine yardım eden uzlaşmacı siyaseti etkili oldu. Buna binaen Deniz Baykal da sahnedeki yerini aldı. Tayip Erdoğan’la bugüne kadar detayları gizli kalan bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrası yeniden sahaya çıkan Erdoğan ülkeyi faşizan uygulamaların yanı sıra bombalarla kaosa sürükleyen bir yol haritasıyla yeniden seçimlere götürdü. 1 Kasım seçimlerinde yüzde 49,5 ile yeniden iktidar oldu.

Baykal’ın Tayyip Erdoğan’ın ikinci defa iktidara gelmesinde rol aldığı söylenebilir. 2002 seçimlerinde Anayasa maddesinin değiştirilerek Tayip Erdoğan’ın aday olmasının önündeki engellerin kaldırılmasında da yine Baykal rol almıştı. Yıllar sonra Zülfü Livaneli bu süreçle ilgili şunları aktaracaktı: "Abdullah Gül Başbakandı, Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti. "Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz ‘Erdoğan başbakan olacak!’ diye tutturdunuz. Sizi ‘Çok tehlikeli bir oyun bu!’ diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, ‘Hayır!’ dediniz. ‘İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz’."

***

ANAYASAYA AYKIRI AMA “EVET”

7 Haziran sonrası gündemden düşen anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi tartışmaları yeniden gündeme sokuldu. Tayip Erdoğan 2014 seçimlerine atıfla eski sistemin değiştiğini, buna uygun yasalar ve düzenlemeler yapılması gerektiğini söylüyordu. Muhalefet ise “Halk bize uzlaşma mesajı verdi” diyerek anayasa tartışmalarının bir parçası olarak AKP hegemonyasına destek olmaya devam etti.

HDP’yi siyaset dışına itmek için ortaya atılan anayasa değişikliği ile milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik önerge meclisten CHP’nin de desteğiyle çıktı. Kılıçdaroğlu o günlerde iktidarın “beka” söyleminin de etkisiyle “Anayasaya aykırı ancak evet oyu vereceğiz, yoksa toplumsal ayrışma derinleşir” mesajı verdi. Daha sonra CHP’ye uzanacak dokunulmazlık sürecinin kapısı da böylelikle açılmış oldu.

***

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ VE MUHALEFET

2002’den itibaren ülkeyi İslamcı bir faşizm çerçevesinde dönüştürme projesi olan AKP-Gülen iktidar bloku iktidarın paylaşılması çerçevesinde giriştiği mücadele darbe girişimine kadar uzandı. Devletin baskı ve ideolojik aygıtları AKP-Cemaat koalisyonunun 14 yıllık iktidarı boyunca siyasal İslamcılık temelinde çeşitli etaplarla dönüşüme uğradı. Özellikle yargı, emniyet, MİT gibi stratejik alanlarda açığa çıkan iktidar mücadelesi darbeye giden sürecin köşe taşlarını döşemişti. 15 Temmuz darbe girişimi bugüne kadar iktidar bloğunun ülkeyi karanlığa sürükleyen politikalarının ve aynı emperyalist merkezden beslenen iki İslamcı yapının iktidar mücadelesinin bir sonucu olarak gelişti. Darbe girişimin bastırılmasının ardından Tayip Erdoğan süreci Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirdi. 20 Temmuz’da OHAL ilan edilerek süreç KHK’larla iktidarın tekleştirilmesine yönelik adımlarla sürdürüldü. Buna rağmen demokrasi-darbe ikiliği ve beka söylemi etrafında CHP, AKP ile bir uzlaşı siyasetine yöneldi. 7 Ağustos’ta tarikatlardan MHP’ye uzanan gerici ittifakın düzenlediği Yenikapı mitinginin bir parçası oldu. Yenikapı’da yayınladığı manifesto da Erdoğan’ın anayasal sınırlara dönmesi ve parlamenter sistemin işletilmesi gibi beklentilerini ifade etti. Bu yaklaşım ülkenin içinde bulundu rezil durumu yaratan siyasetin tek çözüm olarak kabul edilmesinden başka bir anlama gelmedi. CHP, sol sosyalist güçlerin soyut bir darbe, demokrasi ikilinin ötesinde darbe girişiminin arkasındaki kurumsallaşmış siyasal İslamcı faşizme ve AKP’ye karşı mücadele çağrını reddederek, Yenikapı ruhunun bir parçası olmayı kabul ederek AKP’nin o günlerde güç kaybetmesinden kaynaklanan zorunlu geri çekilmesini durduracak bir rol üstlenmiş oldu.

Muhalefetin bu desteği sayesinde toparlanan iktidar OHAL ilanı ve KHK’larla ülkeyi faşizm koşulları altında fiilî olarak tek adam yetkilerini kullanarak yönetmeye devam etti. 2017 Başkanlık referandumuna bu koşullarda gidildi. Muhalefet OHAL yasalarıyla referanduma gidilmesine itiraz etmedi. Bunun yanı sıra OHAL’in verdiği yetkiyle bütün devlet imkânlarını elinde tutması yetmezmiş gibi iktidar seçim esnasında mühürsüz oyların sayılmasını sağlayan hile yöntemleriyle referandumu gaspetti. Muhalefet mühürsüz oyların sayılmasına ses çıkarmayarak geniş kesimlerin rejim değişikliğine karşı ortaya koyduğu HAYIR iradesinin gaspedilmesine kayıtsız kaldı. Yıllar sonra Kemal Kılıçdaroğlu’na neden mühürsüz oyların sayılmasına itiraz edilmediği sorulduğunda “Çünkü onların silahları vardı” cevabını verecekti.

BİRGÜN