Politika Servisi

Saray rejiminin ülkeye getirdiği ve hâkim kıldığı yoksulluğun, hukuksuzluğun ve yolsuzlukların farklı toplumsal ve politik bir çöküşleri de körüklediği koşullarda, ortalıkta en az tartışılan şeylerden birisi mevcut rejimin varlığı.

Muhalif medya bile CHP Lideri Özgür Özel’in kırılan ayağının tomografisini günlerce tartışırken halkın sorunlarının ana kaynağı olan rejim sorunu oldukça sınırlı bir alanda tartışılıyor. Bu sınırlı alan da öylesine dar ki siyasetin üst perdesi ile halk arasında bile makas oldukça açılmış durumda.

Rejimin varlığı, meşruluğu, geleceği birkaç politik aktör ve çoğunluğunu sosyalistlerin olduğu siyasi parti dışında dile oluşturduğu rejimin yarattığı sorunlara karşı halkın ortaya koyduğu itirazlar ve irili ufaklı eylemsellikler tam da burayı tartıştıran yegâne güce dönüşüyor.

Anayasa Mahkemesi kararlarını dinlemeyeceklerini açıklayanlar, Meclis’te muhalefet vekillerine saldıranlar, hukuka rağmen ‘konu kapanmıştır’ diye fetvalar yayınlayanlar hiçbir meşruluğu kalmamış bu rejimi hala yönlendirirken muhalefetin geneli tüm bu yaşananlar hakkında üzüntüleri dile getiriyor, hiçbir geçerliliği kalmayan kurullara itiraz ediyor, sorunların çözümü için tekrar aynı yolları deniyorlar.

Çiftçiler, işçiler, hayvan hakları savunucuları, kadınlar, emekliler ise bulundukları her alandan gösterdikleri tepkilerle bir anlamda bu rejime meydan okuyor. Bursa’da yol kapatıp hükümeti istifaya çağıran çiftçiler ile yasaklamalara, polis müdahalelerine karşı direnişini sürdüren işçiler tam da rejimin yarattığı sorunlara karşı aynı öfkede buluşuyorlar.

Ancak bu itirazlar ve açığa çıkan isyanlar bütünlüklü, politik bir hat kurulmadan da amacına ulaşamıyor. Dolayısıyla ülkeyi her alanda krizlere boğan Saray rejimi meşruluğunu büsbütün yitirse de var olan yönetim krizi içerisinde otoriterleşmenin dozu da git gide artıyor.

En küçük hak arama talebi şiddetle bastırılırken, gazetecilere yönelik tehditler sürüyor, televizyon kanallarına RTÜK sopası gösteriliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, AKP ve MHP’yi, iktidarın herhangi bir politikasını eleştirmek dahi suç haline gelebiliyor.

Ülkedeki rejim sorununu doğrudan karşısına almayan muhalefet ise tüm bu şartlara rağmen kurucu ortaklar AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye yeni alanlar açıyor.

NORMALLEŞMENİN ALDATMACASI

Yerel seçimlerin ardından tarihinde ilk defa ikinci parti durumuna düşen AKP ile CHP arasında başlayan normalleşme tartışmalarının sonucu da rejime nefes aldıran çıktılar doğurdu. Ülkedeki muhalefet etme şeklini halkın sorunlarını dillendiren ancak rejimle de irtibat halinde olan bir noktaya taşıyan ana muhalefet sık sık dillendirdiği birinci parti özgüveni içerisinde, ana hattını iktidar eleştirisi üzerine kurdu. Rejimin yarattığı sorunlar mı yoksa iktidarın yarattığı sorunlar mı ikilemine dair tercih de ikinci seçenekte yapıldı.

Müzakere olmayan yerde mücadele edilir çizgisi ‘tematik mitingler’ adlı silsilileleri oluştururken izlenen bu yöntem sorunları dillendirmekten öte bir noktaya taşınamadı.

Buğday, fındık, çay üreticisinin, işçilerin, emeklinin sorunları meydanlara taşındı taşımasına ama bu sorunlardan ortaya çıkan öfkeyi de isyanı da örgütlemeye çalışılmadı.

Görüşmeler ise Erdoğan’ın ‘Normalleşme bize göre muhalefetin normalleşmesidir’ sözleriyle rafa kaldırılırken doğrudan rejimin meşruluğunu sorgulamayan, onu doğrudan karşısına almayan muhalefet bir anda tekrar topu Erdoğan’a atmış oldu.

ERDOĞAN’DAN SONRASINI DÜŞÜNÜYORLAR

Sorunların göbeğine rejimi değil de iktidarı koyan muhalefetin birinci parti olma rehaveti ise gözlerin Erdoğan sonrasına dikildiği işaretlerini barındırıyor. CHP Lideri Özgür Özel’in de sık sık vurguladığı ‘Biz birinci partiyiz ilk seçimde iktidarız’ sözleri rejimin meşruluk tartışmasını öteleyen bir hal alıyor.

Erken seçimin olacağı öngörüsüyle, onu da ‘halk isterse’ diyerek muallak bir ifadeyle ortada bırakan muhalefetin yerel seçimlerden aldığı sonucun getirdiği yüksek bir özgüven içerisinde Erdoğan’ı ilk seçimde yıkmaya odaklı. Bu sürece gelene kadar da halkın sorunları dillendiren ve belediyeler üzerinden politikalarını sürdürme hedefi koyan muhalefetin gidişatı ise oldukça tehlikeli.

Netice de rejimin toplumsal desteğini yitirmeye başladığı bir gerçek. Ancak yönetemiyorlar şartlanmasıyla yeni bir seçim beklemeye odaklanan muhalefetin yakın tarihte de defalarca hezimete uğradığını unutmamalı. Rejim her ne kadar çelişkilerle dolu da olsa arkasına aldığı devlet ve sermaye gücü ile yoluna bir şekilde devam ediyor. Rejimin kendi kendini eritmesini bekleyen ve rejimle doğrudan çarpışmayan bir muhalefet hattının ise bir başarı hikâyesi yazması oldukça zor.

Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarı boyunca çeşitli zikzaklarla, dönem dönem değiştirdiği ortaklarla geldiği son yer siyasal İslamcı tek adam rejiminin kendisi. Kendisine son çıkış yolu olarak bulduğu Bahçeli ise bu rejimin kurucu ortağı.

İKTİDAR MI REJİM Mİ SORUNLU?

Hal böyle olunca ülkede var olan bütün sorunlar da miladını belki de çoktan doldurmuş bu iki kişiden bağımsız değil. Yargı, hukuk, ekonomi, emniyet, eğitim, sağlık, toplumsal yaşam, yani hayatın bütün alanında yaşanan her şey bu ortaklık üzerinden geliştirilen rejimle ilgili.

Erdoğan’ın iktidarı da tamamıyla bu rejimin geleceğine bağlanmış durumda. Paylaşım savaşları arasında yaşanan krizler tam olarak çözülemese de birbirine muhtaç iki figürün kendilerine yeni bir gelecek çizebilecek potansiyelleri yok.

Hal böyle olunca ülkede var olan onca sorun çoktan bir iktidar sorunu olmaktan çıkmış durumda. Yargının, Anayasa’nın, demokratik değerlerin en üstünde rejimin varlığı ve geleceği var.

Rejime tehlikeli görülen her şey de bir gecede harcanmaya hazır. Şartların bu kadar net olduğu koşullarda da aslında ülkede normal olan hiçbir şey yok.

Ne bu rejim sadece seçim beklenerek yenilebilir ne de yönetememe krizinden doğan ve kendiliğinden gelişen isyanlar bu rejimi bitirir.

Onunla mücadele eden, sorunların temeline onu oturtan halkın tepkilerini birleşik ve örgütlü bir mücadeleye çeviremeyen bir muhalefet de bu rejimle başa çıkamaz.

BİRGÜN