Bile bile, “geliyorum” diye bas bas bağırarak sergilenen oyunlar, danışıklı dövüş tadında piyesler, dramalar, vodviller bir yere kadar kabul edilebilir. En azından izlediğimizde, hoşumuza gitmese de, iyi niyetle anlamaya çalışır ve analiz etmek için samimi bir çaba sarf edebiliriz.

Ama hep aynı berbat oyunu, hep aynı oyuncu kadrosu ile defalarca sahneye koyanlara tahammülümüz kalmadı artık.

Bugünkü siyasi iktidarın “Bakın. Tam bir şeyleri yoluna koyacağız, yine bir takım çevrelerin bize kurdukları kumpaslar, ihanet şebekelerinin arkamızdan hançerlemeleri, vesayetçi odakların önümüze takoz koymaları nedeniyle, elimiz kolumuz bağlı. O yüzden istediğimiz gibi yönetemiyoruz bu memleketi...” oyununun bilmem kaçıncı baskısı, kelimenin tam anlamıyla bıktırdı.

Biraz amiyane bir tabirle “yemiyoruz” artık. İzlerken midemiz bulanıyor.

Sen, on yıllardır açık seçik görünür biçimde her türlü şer odağı ile dans edeceksin. Dans etmenin de ötesinde, sofralar kurup (mecazi anlamda) kafaları çekeceksin. İyice “işi pişirip” af buyrun “halvet” olacaksın. Bunları yaparken, seni sürekli olarak uyaracağız. “Yapma etme. Devletin yönetiminde, bu ülkenin, bu devletin harcı ile uyumlu olmayan o unsurlarla arana mesafe koy. Bunlar dışarıdan güdümlü ve tehlikeli, zararlı unsurlar. Bu ülkeye zarar verirler” diye her defasında tehlikeye (senin için değilse de, ülke için) dikkat çekeceğiz. Ama dinlemeyeceksin.

Senin on yıllardır “askeri vesayet” ya da “bürokratik vesayet” diye adlandırdığın, bizzat devletin bünyesindeki “antidot” niteliğindeki güçler de, sürekli olarak aynı şeyi tekrarlayacak ve Şubat 1997’de yaptıkları gibi bu görüşlerini “MGK Bildirisi ile kayıt altına alarak” tarihi bir uyarıya dönüştürmüş olacaklar. Sen, bunu bir “darbe” diye nitelendirip uyaranları cezalandıracaksın. Hatta, bununla da yetinmeyip, “halvet olduğun” unsurlarla el ele kol kola, uyaranların köklerini kazımak için kumpas davaları süreçleri ile tasfiye edeceksin.

Daha bu tasfiye sürecinin dumanı tütmekte iken, “halvet ortakların” bu kez seni tasfiye etmek üzere “17’li, 25’li hamleler” yapacaklar.

Daha da ileri gidip, bu hamleleri de bahane ederek, toplumda bu konuda uyarı yapan kim varsa onları da süratle tasfiye etmek için, yargı içine bizzat kendi elinle yerleştirdiğin “halvet ortaklarınla” birlikte yaptığın anayasa değişikliklerini kullanarak “uyaranları” iyice boğazlayacaksın.

Gün olup devran dönecek, bu kez silahlı kuvvetlerin her kademesine inadına yerleştirdiğin ve bu milletin tankını, topunu, uçağını, helikopterini, füzesini vs. teslim ettiğin “halvet ortakların” sana karşı (aslında tüm ülkeye ve demokrasiye) darbe yapmaya kalkışacak.

Üstelik devletin içinde senin “yanı başındaki” çok üst düzey unsurların o darbe sürecinde ve gecesinde “ne yaptığı, ne yapmadığı, nasıl bir işlevi olduğu” konusunun üzerini özenle ve göz göre göre örteceksin. Yani bir yığın soru işareti “hâlâ, orada, öylece” duruyor olacak...”

Darbenin yarattığı ulusal - toplumsal korku ve endişe halini kurnazca kullanarak olağanüstü hal koşullarında yeni bir referandum yapıp, rejimi değiştirecek, “Tek Adam - Şahsım” rejimini bağırta bağırta getireceksin. Ardından yaptığın seçimleri kaybetmene rağmen, kanlı bir toz - duman ortamı yaratıp iktidara yapışmanın yollarını arayıp bulacaksın.

Aradan geçen 6 senede, işleri daha da berbat ettiğin yetmezmiş gibi on yıllardır yapılan uyarılar da “öteki kulağından çıkıp gitmişcesine” yine “halvetçileri ve yeni nesil halvetçileri” ortak edinip devletin tüm kritik noktalarına yerleştireceksin. Üstelik bunu 7 gün 24 saat yapılan uyarılara rağmen sürdüreceksin.

En baştan beri altına imza attığın binlerce, belki onbinlerce kamu görevine tayin ettiğin unsurların güç kavgası ile devlet “herkesin herkesi bıçaklamaya - boğazlamaya - tasfiye etmeye çalıştığı” bir kaos çiftliğine dönüşecek.

Bir gün, bir mafyacının yakalanması ve soruşturulması sürecinde istenmedik olaylar gibi görünen ama bal gibi yine “geliyorum diye bas bas bağıran” bir kavga patlak verecek. Devletin eski ve yeni bakanlarının ve kadrolarının birbirlerine karşı saflardan ateş etmeye başladığı, yargı aygıtı içinde “şucular bucular, o particiler bu tarikatçılar, şu cemaatciler” bir ortam oluşacak.

Ve sen yine eski ve kabak tadı veren feryadına başlayıp “Kuklacılaaaaar!.. Kumpasçılaaaaar! Bana kumpas kuruyorlaaaar!. İmdaaaat!.. Allahını seven bana yardım etsin!” diye bağırmaya başlayacaksın.

Yine, kim bilir kaçıncı kez.

Ve bütün bunları, yoksulluktan inim inim inleyen halkın gırtlağına çöktüğün bir zam ve zulüm dönemini gözlerden saklamak için yaptığını herkes bilecek. Yeni bir anayasa ile özgürlükleri daha da boğazlamak ve bu ülkenin kuruluş değerleri ile oynama çabalarının hız kazandığı bir dönemde yapacaksın.

Kusura bakma ama muhterem...

Bu sefer gerçekten “kabak tadı” verdin.

Senin durduğun o “yüksek” yerlerden o kadar mı küçük görünüyor beyinlerimiz?

İşgal ettiğin “tepelerden” o kadar mı salak gibi bir izlenim uyandırıyoruz, sende?

Yettin artık.

Köşeye sıkıştıkça daha fazla hata yaparak aynı oyuna devam ediyor ve hem kendine (orası senin sorunun ama) hem de halka ağır zararlar veriyorsun.

Aynı ucuz senaryoyu bir kez daha bu halka izlettirmene izin vermeyeceğiz.

Yeter.

https://www.birgun.net/makale/kabak-tadi-vermediniz-mi-529674