Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan habersiz olması mümkün olmayan o konuşmanın ardından Ali Erbaş da sessiz kalmadı ve Narin Güran ile Sıla bebek cinayetleri üzerinden “Ölümse ölüm, idamsa idam” diyerek idamı gündeme getirdi. “Kanunlarda caydırıcılık olmadığını” söyleyen Erbaş, “O zaman uhrevi müeyyide, ahiret bilinci. Biz onun için günde 40 sefer namazda ‘maliki yevmiddin’ diyoruz” şeklinde konuştu.
Bir ayetten alıntı yapıp “hesap gününün sahibinin Allah olduğu” anlamına gelen ifadeyi kullanarak yargının temelini dine dayandırmak isteyen Erbaş, açıklamalarıyla laik devlet ilkesini bir kere daha hançerlemiş oldu.
Ali Erbaş, Diyanet İşleri başkanı olarak kendi yetki alanındaki konuşmalarında doğal olarak dini referans alır, bundan söz etmiyoruz. Ancak Türkiye’de yargı sisteminin İslami kurallara göre işlemesini, cezalandırmanın dine göre belirlenmesini isteyemez.
***
Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Mustafa Destici de görevi başındayken öldürülen polis memuru Şeyda Yılmaz ile ilgili olarak ceza hukukunun suçları engelleyemediğini belirterek “İdam bir zarurettir ve mutlaka getirilmelidir” dedi.
15 Dakikada Ücretsiz e-Fatura Kurulumu60.000'den Fazla Mikro İşletmenin e-Fatura ve Ön Muhasebe TercihiLogo İşbaşı
Şimdi Keşfet
Katillerin ve suç ortaklarının en ağır ceza ile cezalandırılmasını, tartışmasız tüm toplum istiyor. Türkiye’deki en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Öyleyse soralım: Niye katillere ve tecavüzcülere “iyi hal indirimi” veriyorsunuz? Niye en fazla 10-15 yıl arası yatırıp hapisten çıkarıyorsunuz, hatta bazı durumlarda tecavüzcüleri salıyorsunuz?
Ağırlaştırılmış müebbet hapsini hiçbir indirim uygulamadan ve affa dahil etmeden uygulamayanlar, şimdi korkunç cinayetlerin yarattığı öfkeyi kullanarak yeniden idam cezasını getirmeye çalışıyor.
***
İşlenen suçlara karşı adaleti tesis etmekle görevli olan devletin, bir suç olan “can alma eylemini”, kendisinin ceza olarak uygulamasını yanlış buluyorum. İdam cezası hangi suçlar için öngörülüyorsa, o suçların önlenmesi konusunda iktidar başarısız demektir. Kadın ve çocuk cinayetlerine, tecavüzlere karşı toplumu eğitmiyor, gericiliği pompalayarak bu suçların önünü açıyor ve suçun işlenmesini önleyecek tedbirleri almıyor demektir!
İdam cezasının uygulandığı ülkelerde bu cezayı gerektiren suçların sayısında bir azalma olmadığı bilinen bir gerçek. “Kana kanla karşılık verilmesi” şeklindeki kısasın medeni bir toplumda yeri yoktur, cezanın asıl amacı kefaret (ödetme) değil, suçlunun ıslah edilmesidir. Oysa öldürülen kişi ıslah edilemez.
Ayrıca Türkiye’de son 22 yılda idam cezası yürürlükte olsaydı kimlerin hangi gerekçelerle, hangi uydurma belgelerle suçlanıp idam edilmiş olabileceğini bir düşünün! Yargının böylesine siyasallaştığı bir ülkede idam çağrısında bulunmak, bu topluma yapılabilecek büyük bir kötülüktür. İktidara karşı olan siyasetçiler, düşünce önderleri, gazeteciler, yazarlar ve demokratik toplum örgütü temsilcilerini “vatan haini” olarak göstermeye hevesli olanların eline böyle bir ceza “araç” olarak verilirse sonuçlarının ne kadar ağır olabileceğini tahmin edersiniz.
Her fırsatta idam cezası önerisini yineleyen Devlet Bahçeli’yi de hatırlarsak yeni anayasa yapmayı kafasına koyan AKP’nin böyle bir girişime destek verme tehlikesi yüksektir.
O nedenle belli odakların dini ve toplumsal öfkeyi kullanarak gündemde tutmaya çalıştığı idam cezası talebine verilmesi gereken yanıtın hukukçular, barolar ve demokratik toplum örgütleri tarafından da yüksek sesle dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/idam-cezasi-icin-zemin-yoklaniyor-2252448