av.selcukatalay @ gmail.com

Bu gün sizlere, çok sevdiğim, rahmetle andığım, büyük düşünür rahmetli Çetin Altan’ın ; yıllar önce kaydettiğim bir yazısını , elbette mecazi, maddi aşkı ilgilendiren güzel bir yazısını takdim ediyorum, umarım zevkle okursunuz :

 “Şöyle savurtuk bir yazı...

Durmadan akıllı uslu şeyler yazmaya uğraşmanın da, bir tek boyayla gökkuşağı resmi yapmaya benzer, kendine özgü bir aptallığı olduğu kesin.
Hayatta her şey hep akıllı uslu mudur ki, onun en öz parçası olan "yazı" da, hep akıllı uslu olsun?
Bazen insanın içinden, yaşını başını almış olmanın da zırhlarını yırtarak; ağır başlı, olgun ve ciddi bir pozda görünme yapaylığına dil çıkarıp göz kırparak, nanik yapmak geçiyor...
* * *
Toplumun hassasiyeti, liderlerin saygınlığı, inançların kutsallığı, ulusun yüceliği tamam da; hani bazen kıvrak bir paradoksla, tersten bir raket vurmayı da özlüyor insan gönlü; tıpkı Anatole France'ın, kiliselerdeki Meryem Ana resimleri için yaptığı saptama gibi:
- Onlar genellikle sokak fahişelerinin portreleridir. Ressamlar, hangisiyle yatıp kalkmışsa, Meryem Ana diye onun resmini yapmıştır kiliseye...
* * *
Asık suratlı, otoriter, ciddiyet kalıpları içinde, gülmesini çoktan unutmuş olanlara; nice nice kişiler, ne kadar "vardikara geliyor" gıdıklaması çekmediler ki...
Keskin bir mizahçı olan Daniel-Brunet:
- Aşkın bir ateş olduğu doğrudur ama; nikâhtan geçip evcilleştiğinde, tüten bir sobaya benzer. Yansın diye ayrı, aman sönmesin diye ayrı uğraştığın bir sobaya, diyor ve ekliyor:
- Oysa dışarıda kendiliğinden yanıp tutuştu mu; soba ateşi yerine, orman yangınına benzer, alev alev genişler gider...
* * *
Bir başka mizah doruğu olan Tristan Bernard ise, yürek yaralarının kabuğunu tırnaklıyor azıcık:
- Aşklar, diyor; mantarlar gibidir. Zehirli olup olmadığını, iş işten geçtikten sonra anlarsın...
* * *
Yaş 80'i bulmuş da olsa, aşk üstüne tef tıngırdatmanın tadı başka. Neler neler söylenmemiş ki sevi sevda üstüne...
18. yüzyılın akıllı kadınlarından Madam Necker:
- Aşk, demiş; bir türlü sonu gelmeyen bir savaştır. Hiç kuşkusuz aşkla ilgili sözcüklerin, askeri deyimlere benzemesi de bundan... "Aşkımın önüne kimse geçemez", "Aşkıma yenildim", "Kalbimi tutsak aldı", "Beni yüreğimden vurdu", "Bir bakışta onu fethettim", "Hayatımı hançerledi", "Benliğimi parçaladı" vs...
Madam Necker'in, aşkı bitmeyen bir savaşa benzetmesine, en uygun düşecek sözü ise, Namık Kemal'in ağzından tekrarlayabiliriz:
- Galip sayılır bu yolda mağlup...
* * *
La Rochefoucauld, her zamanki gibi, yine çok bilge yaklaşıyor aşk mıknatısına:
- Gerçek aşk, diyor; cin, peri, hayalet gibi bir şeydir. Herkes ondan söz eder ama, aslında kendisini gören kişi çok azdır.
* * *
Bir de, serüvenlerin kadını George Sand'ın, şu benzetişine bakın:
- Sevilmeden sevmek, insanın sigarasını sönük bir sigaradan yakmaya çalışmasına benzer...
Kusura bakmazsanız, bendeniz de bir şeyler ekleyeyim bu benzetmeye:
- Ah keşke öyle olsaydı. Alt tarafı bir kibrit alır, yakardın sigaranı. Sevilmeden sevmek, sönmüş sigaradan sigara yakmaya değil; olsa olsa gazı bitmiş çakmakla, ısınmak için uğraşmaya benzer. Arada bir çakan bir kıvılcımla, titreye titreye sümüğünü çeker durursun.
* * *
Aynı konuda bir başka ünlü söz:
- Bazı aşklar yalçın dağlar gibidir. Doruklarında dinlenecek yer yoktur. Tepesine ulaştığın an, hemen inmeye başlamak gerekir.* * *

 Yaramazın teki olan Etienne Rey de, kendince dalga geçiyor aşkla:
- Bir kez âşık olunur sözü doğrudur, diyor. Doğrudur, çünkü kimsede bir daha başlama isteği kalmaz...
* * *
Prens de Ligne tam ters kanıda:
- Aşkta en tatlı dönem, daima başlangıçtır. Onun için sık sık, bir kez daha başlamaktan kendini alamayanlara hiç şaşmıyorum.
* * *
Doktor Besançon'dan da neredeyse sibernetik bir öneri:
- Sevişmek için yüzünüze özen gösterin; yüzünüze özen göstermek istiyorsanız da, sevişin...
* * *
Yok kuş gribi, yok topallayan hukuk düzeni, yok İran'ın durumu falan filan derken; akıllı uslu yazılarla, neredeyse doktora tezine çalışan yaşı geçkince asistanlara döndük...
Hani bazen de yazı dediğin, azıcık da renkli keten helvası gibi olmalı... Karın doyurmasa da, köpük köpük ağzı tatlandırmalı...
* * *
Hamasi manzumeleriyle ünlü Mithat Cemal bile, yaşlılığında, içi kopa kopa şöyle yazmıştı:
Siz şimdi inanmazsınız amma bu serabın vaktiyle
Sahilleri var, ayları yıldızları vardı.
Ben böyle değildim, bu deniz böyle değildi;
Bambaşka bir âlemdi, kımıldardı, akardı...
Ne yapalım, "vaktiyle"yi de; savurtuk bir yazıyla, "hale" taşımaya kalkabilirsin bazen...  “

Sevgiler ve saygılarımla….