Eski zamanlarda büfelerde saklanırdı, şimdilerde daha çok mutfak raflarında durur oldu; hani o her birinin anısı olan takımlar.
Hani şu kahve fincanı takımı, daha görür görmez aşık olup aldığınız; eve kadar nasıl heyecanla taşıdığınız. Yada bit pazarında bulduğunuz takımdan geriye kalmış o üç fincan; saysanız elin parmaklarını geçmez kaç ikramda kullandığınız. Hele o ellemeye kıyamadığımız mavi cicekli, aile yadigarı takım yok mu!
Genellikle altılı olurlardı, şimdilerde tek tek alınır oldu. Nasıl olursa olsun her birine ne anlamlar, ne anılar yüklemişsinizdir. Ya sonra;
onların da bir vakti mi var?
O özene bezene aldığınız fincanlardan biri elinizden kayıverir, düşer paramparça olur. Sanki parçalanan yüreğinizdir?
Bir bakarsınız o kullanmaya kıyamadığnız fincan takımının biri eksik; yoksa birine mi verdiniz, hatırlamazsınız. Belki de bir gün bakarsınız ortada takım falan kalmamış.
Zaman geçmekte…
Artık raflarda takımlardan kalan tek tük parçalarla oyalanırsınız . O nadide takımın son f incanlarına içiniz acıyarak bakarsınız. Yada özel zamanlara saklarsınız; bir dost kahveye geldiğinde çıkarır, onunla paylaşırsınız; geriye bıraktığı anılarıyla.
Zaman geçmekte…
Anılardan geriye parça parça kalanlar değil midir o kırılan kahve fincanları.
Zaman geçmekte,
Aslında her biri belleğimizde parça parça gizlediğimiz, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız değil midir?
Birlikte o kahve I çtiğiniz fincanlar değil midir?
Nasıl kırıp döktüğümüz, nasıl elimizden kayıp giden, nasıl bir daha yerine koyamadığımız o nadide zamanlar değil midir aslında?. Raflardaki tozlu porselenlere bakıp bakıp içimizin daralması kadar, asıl acı vereni onlar değil mi?
Üstelik geriye dönüp baktığımızda tüm bunları nasıl yaptığımıza, nasıl da şaşar kalırız.
Sanırım dostlarımdan özür dileme zamanım geldi.