ilyas35selcuk @ gmail.com

Oruç ve Zekat
    Ayette  “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz." (Bakara Sûresi, 183. Ayet) buyruluyor.
     Hadiste "Allâh'tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz...".   (Tirmîzî, Cum'a 80) buyruluyor. 
    Başka bir hadiste de “Sehl b. Sa’d’dan (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle demiştir:  “Cennette Reyyân(sudan doymuş, suya kanmış) denilen bir kapı vardır ki, kıyamet gününde oradan ancak (dünyadayken) oruç tutanlar girer. Onlardan başkası giremez. ‘Oruçlular nerede?’ diye seslenilir. Onlar da kalkıp kapıdan girerler ve onlardan başkası giremez. Oruçlular girdikten sonra kapı kapanır ve artık oradan hiç kimse girmez.”  buyruluyor.
(B1896 Buhârî, Savm, 4; M2710 Müslim, Sıyâm, 166) 
         Yukarıda bahsi geçen hadiste belirtildiği gibi Hazreti Peygamberin müjdeli sözlerini yerine getirebilmek için Müslümanlar özellikle Ramazan Ayında ibadetlerini (İhtiyacı olanlara iftar ettirme, K.Kerim okuma, dua etme vs.) ve  sadakalarını (Zekat, fitre vs.) artırarak, İhtiyacı  olanlarda elde edecekleri sadaka ve yiyeceklerle mutlu olurlar. İşte o mutluluktan bazıları.

       İlk orucum   (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
      İlk orucumu dokuz yaşında tuttum. Bu da ömrümde hiç unutamayacağım günlerden biridir. Oruç ben yaşta çocukların ifasına tahammül edemedikleri büyük sevaptır. Eğer bir gün tutmaya dayanabilirsem hacı ninem büyük babamın anası, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Çünkü küçüklerin oruçları büyüklerinkinden daha makbul olduğunu söylüyordu.
     Ben yirmi kuruşun, bu büyük kazancın tamahıyla tutmaya karar verdim. Fakat büyük validemle teyzem: “Zayıftır, dayanamaz.” İtirazında bulunuyorlar, yalvarıyordum, yakarıyordum beni sahura kaldırmıyorlardı. Kaldırsalar da elimden tutup sofra başına getirinceye kadar tekrar uyuyormuşum. Nasılsa bir akşam hacı ninemle mukaveleyi sağlayarak sahur yemeye muvaffak oldum. Sofradan kalktık. Beni kıbleye karşı durdurdular, yarının orucuna niyetlendirdiler. 
     Ben o günü iftar topu patlayıncaya kadar bir şey yememeye Allah’a ve kullarına karşı söz verdim. Bu taahhüdün ifasının benim gibi midesi zayıf, çelimsiz bir çocuk için ne müşkül, ne müthiş olduğunu bilmiyordum. 
(İkdam, 13 Ramazan 1338/1 Haziran 1920
29)

  İbrahim Efendi Konağı’ndaki iftarlar   (Samiha Ayverdi)
    Ramazanda zengin, orta halli hatta fakir, herkesin kapısı ve sofrası herkese açıktı. Onun için bir yandan eşi dostu, hısımı akrabayı ağırlamak, bir yandan fakiri fukarayı kollamak için kurulan iftar sofraları Kadir Gecesi’ne kadar devam eder ve böylece otuz ramazan İstanbullunun kapısı açık bulunurdu.
     İftara yarım saat kala, evlerin içinde sessiz ve sabırsız bir telaş başlardı. Yüzler ruhanîleşip hafifçe solar, her zamankinden daha anlayışlı daha mülayim olurdu. Hatta tiryakilerin abus ve kavgacı çehrelerinde bile bir imanın felsefesini okumak mümkündü. 
     İftar sofralarının en cazip tarafları şüphesiz ki iftarlıklardı. Küçük küçük kahvaltı tabakları içinde renk renk, çeşit çeşit reçeller, türlü türlü peynirler, zeytinler, sucuklar, pastırmalar, susamlı susamsız simitler, ramazan sofralarının değişmez çizgilerindendi. 
…………
     Eski insanlar namazlarını vaktinde ve bilhassa cemaatle kılmaya dikkat ve itina gösterirlerdi. Cami, kalabalıkların en kolay ve en samimi bağlarla sosyalleşebildikleri ve kendi aralarında bir aşinalık alış verişi edip manevî bir köprü kurdukları bir mahaldi.        Namazdaki teslimiyet, kulun kendini inkâr etmesi veya nefyeylemesi değil; belki bindiği gemi batarken ya da ateş hattında kurşunlar tepesinden yağarken dahi onu, rahatlıkla Hakk’ın huzurunda tutabilen hudutsuz kudretti.
(Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, l982, Sayfa: 104-107)

     Karpuz... hayatımın en büyük hediyesi…  (Necip Fazıl Kısakürek) 
     Ramazandı. Oruçluydum. Tanıdığım bir tüccar iftar yemeği mi her gün evinden, hususi otomobiliyle gönderirdi. Ben de hapishane kapısının yanındaki ilk tel örgüde yemeği mi beklerdim. Herkesin deliğine çekildiği o saatlerde bana izin verirlerdi. Yine böyle beklerken bir gün ihtiyar bir adam tel örgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir ihtiyar... Beni asla tanımadan: “Oğlum, içeride bir Necip Fazıl varmış! Şu karpuzu ona hediye getirdim; Allah rızası için götürüp verir misin?” dedi. Gözlerim, hücum eden yaşlardan yangın içinde: “Ver, baba, hemen götüreyim!” dedim ve aldım. İşte, hasbî, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için verilen hediye... Bu meçhul Müslüman’dan tüten edayı ömrümce unutamam... Keşke o karpuzu kesmeseydim; hep ona bakıp düşünseydim, İslâm ahlâkını fikretseydim, ağlasaydım, ağlasaydım…
(Necip Fazıl Kısakürek, Cinnet Mustatili, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1997, Sayfa: 82)
       Sevgili dostlar! Ramazanımızın yukarıda anlatılanlar gibi sağlıklı, mutlu ve bereketli geçmesini diliyorum. Tutulan oruç, yapılan ibadet ve verilen sadakaları Rabbim kabul etsin.